25 Mart 2010 Perşembe

Çanlar Kimin İçin Çalıyor..

Çok eski yıllarda krallıkla idare edilen bir ülke varmış.
Ama bu ülkede hukuk ve hakimler de varmış.
Törelere göre,bir vatandaş öldüğünde,şehir merkezindeki dev çan bir defa çalınırmış.Uzun uzun da yankılanırmış.
Eşraftan birisi ölürse çan iki defa,büyük bir devlet adamı ölürse üç defa çalınırmış.
Ya kral?
O öldüğünde çan dört defa çalınırmış.
Gel zaman, git zaman...Şehirde bir olay olur.İş mahkemeye intikal eder.Davanın sanığı olarak mahkeme huzuruna çıkarılan kişinin masumiyetini ise bütün vatandaşlar bilmektedir.
Bir formalite olarak görülmesi ve sanığın beraati beklenen davadan süpriz bir karar çıkar.
Sanık para cezasına mahkum olmuştur.
Hakim sorar:
Bir diyeceğin var mı?
Sanığın cevabı:
Hayır!..
Mahkeme biter.Dinleyiciler dağılırlar.Kafalarda soru işaretleri...Kısa süre sonra dev çanın sesi duyulur.Acaba kim öldü?..
Eşraftan biri öldü.
Şehir çan sesi ile bir defa daha inler.
Büyük devlet adamı,acaba kim?..
Soruya cevap alamadan çan bir defa daha yeri,göğü inletir.
Herkes fir feryat:
Eyvah!.. Kralımız öldü!..
Ancak,törede görülüp işitilmemiş bir şekilde çan,beş ve altı defa daha çalınır,yer gök inler ve sesler kesilir.
Herkes çan görevlisine koşar,bunun ne anlama geldiğini öğrenmek için.
Bir de bakarlar ki, çanı haksız yere mahkum edilen adam çalmaktadır.
Sorarlar:
Ne demek beş ve altı defa çan çalmak?
Kraldan daha büyük birisi mi öldü?
Cevap şaşırtıcı olduğu kadar anlamlıdır da:
Evet... Adalet öldü...

Türk Olmak..

“Türk olmak... Aslında çok şeydir! Türk olmak, Osmanlı’nın borcunu ödemektir. Hovarda babanın borçla yaşayan evladı gibi.
Kosova’da, Bosna’da, Batı Trakya’da ve Makedonya’da bilmem kaç yüzyıl geçmişte kalan meselelerin hesabını vermektir.
Türk olmak, Kıbrıs’ta, Hocalı’da, Anadolu’da, Balkanlar’da soykırıma uğrayıp, karşılığında yapmadığın soykırımla suçlanmaktır.
Türk olmak, vatanına, milletine, tarihine sahip çıktığında ‘Faşist’ diye damgalanmaktır.
Türk olmak, kendini ve derdini anlatamamaktır.
Avrupa’da hor görülmek, Türk olmaktır.
Türk olmak zordur, çetindir ve eziyetlidir!
Sayısız imparatorluk kurmak Türk olmaktır. Aynı zamanda sayısız imparatorluk yıkmak da Türk olmaktır.
Türk olmak, yazının bulunduğu, paranın icat edildiği, her metrekaresinden bereket fışkıran bu yurtta kalkınmak için yabancı sermaye beklemektir.
Doğu Roma’yı da, Batı Roma’yı da yıkıp yeni Roma olan Avrupa Birliği’ne girmeye çalışmaktır Türk olmak...
Mostar’da köprüdür, Kerkük’te kaledir, İstanbul’da Kız Kulesi’dir, Anadolu’da buğdaydır, Çukurova’da pamuktur, Ege’de tütün...
Türk olmak, Çanakkale’de ölmektir. Çanakkale’de ölmeden önce düşmana su vermektir. Onun yaralısını sırtında taşımaktır.
Kar yağdığında kayak yapmayı değil evsizleri düşünmektir. Balkon köşesine kuşlar için kışın ekmek kırıntısı, yazın su koymaktır.
Türk olmak evindeki bir kap aşın yarısını Tanrı misafirine vermektir.
Kendi yerde, misafiri döşekte yatırmaktır.
Zor iştir Türk olmak...
Anadolu’da düşen her yağmur damlasına hamdetmek, her çıkan başak için şükretmektir.
Türk olmak, medeniyetler beşiği Anadolu’da dik durabilmektir.
Türk olmak, annenin şehit oğlunun ardından ‘Bir oğlum daha olsun, onu da vatan için göndereceğim’ demektir.
Türk olmak, babanın gözyaşlarını tutarak, şehit oğlunun tabutuna son kez dokunurken ‘Vatan sağ olsun’ demektir.”

Oxford Üniversitesi..

Oxford Üniversitesi (İngilizce: University of Oxford),
İngiltere'nin Oxford kentinde bulunan bir üniversitedir. 12. yüzyılda kurulan okul, Anglo-sakson dünyanın en eski üniversitesidir. Günümüzde de dünyanın en saygın eğitim kurumlarındandır. Üniversite yaklaşık 130 ülkeden 18000'den fazla öğrenciye eğitim vermektedir.

Oxford Üniversitesi, kendi kendini yöneten 39 kolejin bir çeşit federal sistem içerisinde bir araya gelmesiyle oluşmuştur. Bunlara ek olarak, Hristiyan derneklerce kurulmuş yedi adet özel kolej de üniversiteye dahildir. Otuz kolej ve tüm özel kolejler hem lisans hem de lisansüstü seviyesinde öğrenci kabul etmektedir. Yedi kolej ise sadece lisans üstü öğrenci kabul ederken, bir kolej yalnızca akademisyenlere yöneliktir. Geriye kalan bir kolej ise yarı zamanlı eğitim alanında uzmanlaşmıştır

Tanınmışlık
Oxford Üniversitesi, Times İyi Üniversiteler Kılavuzu'nda 2003, 2004, 2005, 2006, 2007 yıllarında İngiltere'deki en iyi üniversite seçildi.

Dünya'da ise 2003 yılında THES - QS World University Rankings listesinde Harvard ve Cambridge'den sonra Dünya'nın en iyi 3. üniversitesi seçildi.

24 Mart 2010 Çarşamba

Bekleyenler İçin.. ( Ümit Yaşar Oğuzcan )

Bir ayak sesi duymayayım
Kapıya koşuyorum
Gelen sen misin diye
Bir siyah saç görmeyeyim
Yüreğim burkuluyor
Ağlamaklı oluyorum
Her şey bana seni hatırlatıyor
Gökyüzüne baksam
Gözlerinin binlercesini görürüm
Bir rüzgar değse yüzüme
Ellerini düşünmeden edemem
Yaktığım bütün sigaraların dumanları sana benzer
Tadı senden gelir
Yediğim yemişlerin
İçtiğim içkilerin
Ve içimdeki bu dayanılmaz sıkıntı
Bu emsalsiz hüzün
Seni beklediğim içindir
Resmine bakamaz oldum
Uykulardan korkuyorum artık
Utanıyorum odamdaki bütün eşyalardan
Şu sedir hala gelip oturmanı bekliyor
Şu ayna karşısında güzelliğini seyretmeni
Şu kadeh dudaklarına değebilmek için duruyor masada
Ve şu saat geldiğin anda
Durabilir sevincinden
Zaman çıldırabilir
Çünkü benim dünyamda
Ölümsüzlük, seni sevmek demektir.
Bir çocuk doğmayı bekler
Bir ağır hasta ölmeyi
Bitkiler yağmur ve güneşi bekler
Yalnız bir kadın sevilmeyi
Ve düşün ki bir adam
İçinde bütün bekleyenlerin korkusu ve ümidi
Seni bekler
Asılmayı bekleyen bir idam mahkumu gibi
Sen gelinceye kadar
Pencerem kapalı duracak
Rüzgar gelmesin diye
Artık perdeleri açmayacağım
Gün ışığı girmesin diye
Sonra kahrolacağım
Bu karanlıkta, bu derin yalnızlıkta
Ve günlerce gecelerce haykıracağım
Nerdesin diye, Nerdesin?
Bir gün bu kapıdan sen gireceksin
Biliyorum
Ergeç bu bekleyişin bir sonu gelecek
Yıllarca sonra
Öldüğüm gün bile gelsen
Bütün bu bekleyişimi ve öldüğümü unutup
Çocuklar gibi sevineceğim
Kalkıp sarılacağım ellerine
Uzun uzun ağlıyacağım.

Doğa Harikası Sapanca Ve Tarihi..

Bilinen yazılı belgelere göre M.Ö. 1200 yılında Frigyalıların bölgeye gelmesiyle, bir yerleşim yeri olarak adı geçen Sapanca, gerçek anlamda M.S. 378 yılında Bitanya Krallığı tarafından kurulmuştur. Doğu Roma İmparatorluğu döneminde Buanes, Sofhan ve Sofhange adıyla anılmıştır.

Sapanca ve çevresinde 1075 tarihinde Anadolu Selçukluları'nın gelmesiyle bölge Ayan ve Ayanköy adıyla anılmaya başlamıştır. Haçlı Seferleri sonrasında bölge yeniden Bizanslılar'a geçmiştir. 1640 yılında Erzurum seyyahatına giderken kasabadan geçen Evliya Çelebi, kasaba hakkında şu bilgileri vermektedir:

" Bir zamanlar izmitli bir ihtiyar buradaki orman ve çalıları temizleyerek saban yürüttüğünden Sabancı Koca adıyla bir köy kurulur. Sonra zaman geçtikçe Mamur bir hale gelerek Kanuni Sultan Süleyman zamanında kasaba olmuştur.

Coğrafi Konumu
Sapanca, Sakarya iline bağlı bir ilçedir. Kuzeyinde Sapanca Gölü, doğusunda Sakarya merkez ilçesi Adapazarı, güneyinde Samanlı Dağları, Geyve ve Pamukova İlçesi, batısında da Kocaeli merkez ilçesi İzmit yer alır. Yüz ölçümü 14 km² denizden yüksekliği de 36 m.'dir. Sakarya'nın alan olarak yüzölçümü en küçük, nüfus yoğunluğu en fazla olan ilçesidir. iklim kışları bol yağışlı yağışlar genellikle kar şeklindedir kışları sıcak ve nemli geçer ayrıca (en düşük sıcaklık -11,2 derece dir)01.03.2000) (en yüksek sıcaklık ise 40,2 derece dir)(08.18.2007)

Turizm
İlçe İstanbul başta olmak üzere civar kentler olan yakınlığı ve bir göl ve yeşillikler beldesi olması sebebiyle son dönemde kısa süreli tatiller için tercih edilmektedir. Özellikle göl civarına kurulan turistik tesisler ile turizm geliri her geçen gün artmaktadır. 1999 yılındaki deprem sonrası göl kenarındaki tesislerin kullanılamaz duruma gelmesi sonucu gerileme gösteren ilçedeki turizm son yıllarda yeniden canlanmaya başlamıştır. Özellikle ilçe çevresinde bulunan Maşukiye, Kırkpınar gibi yerleşim birimlerinde pek çok tatil köyleri ve yazlıklar kurulmuştur.

Son senelerde gelişme gösteren bir diğer bölge ise Maşukiye yakınlarındaki Samanlı Dağlarından en yükseği olan Kartepe'dir. Burada kurulan yeni tesisler ile kış turizmi de gelişmeye başlamıştır.

2006 yılında turizme açılan 5 yıldızlı Richmond Oteli, 2007 yılı anayasa tasarısının hazırlanması sırasında dönemin bakanlarını konuk etmiştir. 12 Nisan 2008 tarıhinde Sapanca'nın Kırkpınar beldesine 5 yıldızlı spa wellness konseptli Güral Sapanca Wellness Park Otel açılmıştır.

Kısacası Sapanca , mavisiyle yeşiliyle herşeyiyle görülmeye değer bir doğa harikasıdır ..

Sapanca Gölü..

Sapanca Gölü, Adapazarı ile İstanbul arasında Kocaeli sınırına yakın bölgede, Sapanca ilçesi içinde yer alan bir göldür.

Yazın ve kışın seyahat eden yolcuların uğrak noktası olan Sapanca Gölü kıyısında çeşitli balık restoranları ve pansiyonlar bulunur. Kaynağını dağlardan gelen kar suları ve Derbent deresinden alan gölde, turna balığı, yayın balığı, sazan türleri ve alabalık bol miktarda bulunur. Sapanca gölü Cok güzeldir herkesin gelmesini tavsiye ediyoruz.

Uzunluğu 16 km, en geniş yeri ise Sapanca ile karşı kıyı arası olup, 5,5 kmdir. Yüzölçümü 42 km2, en derin yeri ise Sapanca açıklarında 61 mdir.Yağış alanı, 252 km2yi bulan Sapanca Gölü, genel olarak güneyindeki dağlardan gelen derelerle beslenir. Gölde yılda ortalama 75 cm kadar bir seviye değişikliği görülür. Göl seviyesi sonbaharda en alçak, ilkbaharda en yüksektir. Senenin bol yağışlı zamanlarında çark deresi kapakları açılarak bir nevi su tahliyesi sağlanmakta ve gölün seviyesi bu şekilde dengede tutulmaktadır.

Mustafa Kemal Atatürk'ün Hayatı..

Mustafa Kemal Atatürk (d. 1881, Selânik – ö. 10 Kasım 1938, İstanbul

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı olan Türk asker ve devlet adamıdır. 1919 yılında başlattığı ulusal kurtuluş mücadelesinin önderliğini yapmış; daha sonra, modern Türkiye'yi oluşturan devrim ve reformları gerçekleştirmiştir. Cumhuriyet Halk Partisi'nin kurucusu ve ilk genel başkanı olan Mustafa Kemal Atatürk, Osmanlı ve Türk ordularında subay olarak görev yapmış; 1921 yılında "Gazi" unvanını almış ve mareşalliğe yükselmiştir.

İsmi
1922-1934 yılları arasında Gazi Mustafa Kemal veya sadece Gazi unvanıyla anılan Mustafa Kemal'e Soyadı Kanunu ile birlikte TBMM tarafından çıkarılan 24 Kasım 1934 tarihli ve 2587 sayılı kanun ile kendisine "Türklerin Atası" anlamına gelen Atatürk ismi verilmiştir.

Hobileri
Kitap okumayı, müzik dinlemeyi, dans etmeyi, ata binmeyi, uçuş seyretmeyi ve yüzmeyi severdi. Zeybek oyunlarına, güreşe, Rumeli türkülerine ilgisi vardı. Tavla ve bilardo oynamaktan keyif alırdı. Sakarya adlı atına ve köpeği Fox'a çok değer verirdi. Zengin bir kitaplık oluşturmuştu. Devlet adamlarının, sanatçıların, bilim adamlarının, dostların davet edildiği, ülke sorunlarının da konuşulduğu akşam yemekleri Çankaya Köşkü'nde sık rastlanan bir durumdu. Temiz ve düzenli giyinmeye özen gösterirdi. Doğayı çok severdi. Sık sık Atatürk Orman Çiftliği'ne gider, modern tarıma geçiş yolunda yürütülen çalışmalara bizzat katılırdı. İleri derecede Fransızca ve az Almanca biliyordu.

Ölümü
Atatürk'ün sağlık durumu 1937 yılından itibaren bozulmaya başladı. Kendisine 1938 yılı başlarında siroz teşhisi konuldu.Avrupa'dan doktorlar getirildi. Türk ve yabancı doktorların tedavileri sonuç vermedi.Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu ve ilk cumhurbaşkanı Atatürk,10 Kasım 1938 Perşembe sabahı saat 09:05'te İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda hayatını kaybetti. Cenazesi büyük bir törenle Ankara'ya uğurlandı ve Atatürk 21 Kasım 1938 günü Ankara'da yapılan büyük bir törenle Ankara Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabrine konuldu. Bundan onbeş yıl sonra da 10 Kasım 1953'te kendisi için yaptırılan Anıtkabir'deki ebedi istirahatgahında toprağa verildi.

İstanbul'un Kızı..

Bir seni görüyorum pencereden baktığımda
Bir seni duyuyorum yağmur damlalarının şırıltısında
Cama vuran yağmur damlalarına inat
Çıkıp sokağa doyasıya ıslanmak istiyorum
Tenime dokunan her damlada seni hissetmek istiyorum ..

İstiyorum seni sevgilim
Ufak bir çocuğun oyuncağını istemesi gibi
Büyük bir aşkla , tutkuyla , inançla istiyorum
Seni her görüşümde içim kan ağlayarak
Bana döneceğin günü bekliyorum ..

Aslında biliyorum prenses'im
Biliyorum akıp giden hayatımın baki kalan ırmağı !
Bir daha asla geri gelmeyeceksin
Yokluğunla beni her dakika kahredeceksin
Mutlu yarınlarımıza inat
Beni o lanet olası içki masalarına iteceksin ..

Alışamadım sensiz olmaya
Alışamadım senin yokluğuna
Dayanamıyorum artık n'olur gel yanıma
Aç kollarını ve
Sarıl bana doyasıya ..

İstemiyorum Dünya'yı
İstemiyorum sensiz yaşamayı
Bir seni istiyorum
Sadece ve sadece seni
Hey ! İstanbul'un kızı !
Anlıyormusun beni ?


Yazan : Eymen Erdoğan
Dipnot : Bu Şiir Hayatımda Büyük Önem Arz Eden Bir Prensese Yazılmıştır ! :)

Kara Kız İsimli Kendime Ait Şiirim.

Gittin ...
Hiç ardına bakmadan gittin hemde
Sanki bir şeylerden kaçar gibi gittin
Bir inat uğruna gittin hemde !
Arkanda bıraktıklarını düşünmedin bile
Beni Düşünmedin Bile !

Aklınca olmayı çok istediğin '' Asi Kız ! '' olucagını sandın !
Hanı o kimseyi düşünmeyen ….
Ama olamıyacağını sende bılıyorsun
Hiç Olmuyacağını

O güzel gülüşün aklımda oldukça olamayacaksın !
O kara gözlerin aklımda oldukca olamayacaksın !
O güzel yüzün aklımda oldukca olamayacaksın !

Seni unutamadım kara kız
O Bakışlarını
O saçlarını
O kara gözlerindeki çağırışı unutamadım!
Hala aklımdasın
Kalbinin sesini dinle !
'' Seni Hiç Bir Zaman Sevememiştim '' de !
Diyemezsin !
Çünkü biliyorum sende sevmiştin
Ama korkmuştun '' ya giderse '' diye ?
Ben hiç gitmedim kara kız
Sadece öyle göründüm
Yapmak İstedim… Ama Yapamadım
Ayaklarıma hakim olamadım
En az kalbım kadar gıtmek ıstemedıler senden onlarda
Senden uzağa ayaklarım dahi gidemezken
Kalbimin gitmesini nasıl bekleyebilirdin ki ?
Sende biliyorsun
Sevginin , Aşkın gitmesi mümkünmü ?

Ama senın ıcın ne onemı var kı ?
Sen sevdğinden bile haberin yokken
sonra ben sevmısım ne onemı var kı ?
Değil mi bir kerecik gülüşüne Dünyaları Değişiceğim kız ?
Değil mi ?


Eymen Erdoğan ...

... 15.07.2009 ...